nasıl engelleyebiliriz? | " /> nasıl engelleyebiliriz? | "/>

En Sıcak Konular

GDO'ları nasıl engelleyebiliriz?

16 Kasım 2009 17:26 tsi
GDO'ları nasıl engelleyebiliriz? GDO’lu gıdalardan korunmak istiyorsak bireysel tüketici olarak neler yapabiliriz? Mebruke Bayram iyilikgüzellik okurlarına özel anlatıyor...

26 Ekim 2009’da yürürlüğe giren ve GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)’ın ülkemize girişine yol açan “GDO Yönetmeliği”ni ayrıntıları ile sorguladıkça hem kendi sağlığımızın hem de çevre sağlığımızın büyük tehdit altında olduğunu görüyoruz. Son 15–20 yıl içinde değişen yanlış beslenme ve tüketim alışkanlıkları aslında biz farkında olmadan GDO’lara zemin hazırlamıştı. Ama atalarımızın dediği gibi “zararın neresinden dönsek kardır!” 

Peki, bu yanlış yoldan nasıl dönebiliriz? Bireysel tüketici olarak bize düşen görev ne? Alışverişlerimizde hakiki ve risk içermeyen gıdalar almak için nasıl bir yol izlemeliyiz?

Aslında hepimize rehber olabilecek, gerçekleri öğrenip, yapay ile doğal gıdalar arasındaki farkı görebileceğimiz, dünyadan yaşanmış örneklerle birlikte, neden ve niçinler ile GDO’lar hakkında merak ettiğimiz sorulara cevap bulabileceğimiz “Gıdalar Ambalajlar Silahlar ve Açlar” bir yıl önce piyasaya çıkmıştı. Bu kitabı farklı alanlarda uzman birçok bilim adamı referans olarak gösterdi. Geçtiğimiz aylarda kitabın yazarı Mebruke Bayram ile bir röportaj yapmıştık. GDO’ya Hayır platformu kurucularından olan Bayram, Türkiye’nin neden GDO’ya ihtiyacı olmadığını ve Avrupa ülkeleri bir bir yasaklarken GDO üreticilerinin ülkemize niçin baskı yaptığını anlatmıştı. 22 Haziran 2009'da yaptığımız röportajı bu linkten okuyabilirsiniz.

Bu röportajımızda ise Mebruke Bayram’a yeni yürürlüğe giren GDO Yönetmeliğinin ne anlama geldiğini ve GDO’lara karşı kendimizi, çocuklarımızı ve çevremizi korumak adına ne yapmamız gerektiğini sorduk.

-Şu anda piyasada GDO’lu domates söylentileri had safhada! Diğer sebze ve meyvelerin çoğunda da GDO olduğu dile getiriliyor. Türkiye’deki sebze ve meyveler GDO’lu mu?

Türkiye’de ağırlıklı olarak genetiği değiştirilmiş gıdaları; mısır, soya, patates, pamuk, ayçiçeği ve ithal pirinç olarak sıralayabiliriz. Yerli pirinçte GDO yok ama ithal pirinçler GDO’lu pirinç üreten ülkelerden geliyor. Domates bir dönem GDO’lu olarak üretildi daha doğrusu ilk üretilen GDO’lu ürün domatesti, 90’lı yılların başlarında piyasaya sürüldü, fakat o kadar tatsız tuzsuzdu ki kimse beğenmeyince piyasadan geri çekildi. Ondan sonra saydığım diğer ürünler laboratuar çalışmaları tamamlandıkça üretilip sıra ile piyasaya sürüldü. 

Uzun bir müddet piyasada GDO’lu domates yoktu.  Ancak Türkiye’de kuşku uyandıran çok ilginç bir olay yaşandı, ben bu olayı anlatayım, GDO’lu domates var mıdır, yok mudur kararı siz verin.

GDO’ ya Hayır Platformu Türkiye’de GDO’lu ürünler var demeye başladığında yetkililer ve bir takım uzmanlar böyle bir şey yok, olması mümkün değil diyorlardı. Çünkü o zamanki yönetmeliğe göre Türkiye’de GDO’lu ürün ekilmesi yasaktı, ancak ithal ürünlerde de bir kontrol olmadığı için ne olduğu kesin olarak belli değildi. Bu konuda çalışan sivil toplum örgütleri Türkiye’de GDO’lu ürünün hem dışarıdan ithal gelebileceğini, hem de ülkemizde denetim ve kontrol olmadığı için rahatlıkla üretim olabileceğini iddia ediyordu.

Tam o sırada yani yetkililerin GDO’lu ürün yoktur diye açıklama yaptıkları dönemde, 2004 yılında ODTÜ’den bir araştırma yayınlandı, bu araştırma Doç. Dr. Candan Gürakan’nın doktora tezi idi. Tez için incelenmek üzere piyasadan domates, patates, mısır, soya gibi GDO’lu olduğu şüphe edilen çeşitli örnekler toplanmıştı. Araştırma sonucunda örnek olarak toplanan mısırların hepsinin genetiği değiştirilmiş olduğu ortaya çıktı. Domateste de örneklerin üçte ikisi GDO’lu idi. Bu söylendiğinde bir takım uzmanlar alay etmeye başladılar ve “dünyada yok ki burada nasıl ekeceksiniz” dediler, ama sonuçta bu bir doktora tezi!

Sonra bakıldı ve anlaşıldı ki Türkiye’de GDO’lu ürün olabiliyormuş.

-Dünyada GDO’lu domates yokken Türkiye’de ortaya çıkıyorsa bu Türkiye’nin denek olarak seçilmiş olabileceğini akla getiriyor! Böyle bir şey olabilir mi?

Olabilir ya da olmayabilir, bunu net olarak söylemek zor. Nasıl oldu bilmiyorum ama sonuç dünya piyasasında GDO’lu domates yokken Türkiye’deki bir araştırmada ülkemizde var olduğunu gösteriyor. Yorum sizin...

-Peki, GDO’lu bir domatesin veya başka bir ürünün tohumunu ekerseniz ondan ürün alabilir misiniz?

Hayır, o tohumlardan ürün alamazsınız. Ama burada “GDO”lu türler ile “HİBRİT” türleri birbirinden ayırt etmek gerekiyor.

GDO’ da, birbiri ile alakası olmayan canlılardan birbirlerine gen aktarımı yapılıyor. Yani bir hayvandan bir bitkiye veya akraba olmayan bitkilerden ya da hayvanlardan birbirlerine gen aktarımı yapılarak doğada var olmayan, çevre ve insana nasıl bir etkisinin olacağı bilinmeyen yeni bir tür oluşturuluyor.
Hibrit türlerde ise tür içinde gen aktarımı yapılıyor. Örneğin, portakaldan portakala gen aktarımı yapılarak bir takım çalışmalarla yeni bir tür oluşturuyorlar.

-Yani soyu kesik diye bildiğimiz bir daha üremeyen bir tür.

Evet

-Hibrit tohumlardan elde edilen bu soyu kesik bitkileri yiyen insanlar da soylarının kesilme riski ile karşı karşıya olabilir mi?

Bunu resmen kanıtlayan bilimsel bir araştırma yok. Ama dediğiniz gibi ortaya çıkan soyu kesik bir bitki, bu öncelikle tarımsal açıdan hiç sağlıklı değil. Tarımsal açıdan sağlıklı olmayan bir ürün çevre açısından da sağlıklı değildir. Bu insan sağlığı açısından sağlıklı olmadığının da bir kanıtıdır aslında!

Böyle söyleyince bilimsel kanıtı yok diyorlar, evet insan sağlığı açısından bilimsel kanıtı olmayabilir şu riski üretir diye kesin bir şey söyleyemeyiz. Ama bu ürünlerin besleyicilik açısından geleneksel türlere göre son derece eksik olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bu da beslenmemiz açısından yetersiz olduğunu gösteriyor. Hibrit tohumlardan yetişen ürünlerin yetersiz olmasının sebebi, içindeki demir, çinko gibi içerdiği vitamin ve minerallerin eksik olması. Çünkü bu türler çabuk yetiştirilmesi ve daha çok ürün vermesi için programlanmış türlerdir. Buradaki amaç ürünü hızlı bir şekilde piyasaya sürmek. Bu ürünlerin şekli güzel, alımlı, rengi parlak, hepsi bir boyda ama içi boş!

Hibrit türlerin geleneksel türlere göre daha fazla su ve gübre istediği ispatlanmış durumda. Yani fazla verimli deniyor ama daha fazla gübre, daha fazla ilaç ve daha fazla su ile. Bu tür ürünlerin geleneksel türlerden iki fazla su istediğini söyleyebiliriz.

-Buğday dünyada en çok tüketilen besinlerin başında geliyor! Ana gıdamız diyebiliriz. Buğdayın geni değişti mi veya hibrit türü var mı?

Buğday kendi yapısı, kendi biyolojisi icabı gen değişikliğine gelmeyen bir bitki. Üzerinde çalışmaları sürdürüyorlar çünkü dünyada en çok kullanılan gıda, bunu patent altına almak o şirketler için çok avantajlı.  Uzun zamandır çalışıyorlar ama buğday kendini koruyor.

-Bir ürünün GDO’lu olup olmadığını anlamanın yolu var mı?

Bakınca anlamak mümkün değil. Ancak ümitsizliğe kapılmamak gerekiyor. Yurtdışından ithal edilen ürünlerde GDO var, ancak yerli tohumlarımızda bu risk yok. Yerli tohumlarımıza sahip çıkarak işe başlayabiliriz.

GDO’ ya karşı tedbir almak için önemli olan, denetimin olması. Denetimin olması için de yasalarla GDO’nun yasaklanması gerekiyor. Bu konuda gerekli sınırlama ve denetimlerin yapılması gerekiyor, şu ana kadar böyle bir şey yoktu!  Şimdi yeni yönetmelikle daha da yok olacak!

GDO’lu tohumların üretilmesi daha önce hazırlanmış bir yönetmelikle yasaklanmış durumda, ancak ithalat yolunun açılıp, ambalajlanması ve satılması ise yeni yönetmelikle gündeme geldi. Bugüne kadar kanuni bir boşluk vardı,  GDO konusunda hiçbir düzenleme yoktu, herhangi bir denetim ve kontrol de zorunlu değildi. Yeni “GDO Yönetmeliği” bazı ürünlere sınırlama getiriyor ama çok kısıtlı olarak. Mesela, bebek mamalarında kullanılması ve antibiyotik direnç geni taşıyan türlerin ithalatı yasaklanıyor. Ama bunlar yetersiz sınırlamalar. Bir tarafta bazı ürünleri yasaklıyorsunuz diğer tarafta GDO’suz ürünlerin etiketlerine “GDO’suz demek yasaktır” diyorsunuz.

-Bu tüketici haklarına aykırı değil mi?

Evet aykırı. Yönetmelikte o kadar sorunlu madde var ki bir tanesini öne çıkarmak anlamsız. Her şeyden önce temel soruyu sormalıyız. Türkiye’nin GDO’lu ürünlere ihtiyacı var mı? Bizim gıda ve tarım sistemimizin GDO’ya ihtiyacı yok. Şimdi “ihtiyacımız olmayan bir şeyi niye düzenlemeye çalışıyoruz?” sorusunu sormak gerekiyor.

Mademki risk içeriyor, birtakım riskleri de kanıtlanmış durumda o zaman gerek olmadığı ortada! Biz böyle söyleyince, bazı bilim adamları “insan sağlığına zararları kanıtlanmadı” diyor. Evet, insan sağlığına zararları konusu halen tartışılıyor ama çevre sağlığına zararlı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumda! Siz çevrenizi tüketecek, biyoçeşitliliğinizi yok edecek, tarımsal biyoçeşitliliğinizi mahvedecek bir ürünü niye ülkenize sokasınız? Yetkililer ekilmesi değil, ithalatı serbest diyor. Peki, tavuk yemi olarak gelen mısırın dağıtımı yapılırken çevreye saçılmayacağını veya bir çiftçinin onu alıp tarlaya ekmeyeceğini nereden bileceğiz?

Çevrenizi o kadar sağlıksızlaştırırsanız o çevrede zaten sağlıksız bir insan haline gelirsiniz! Bu yine sağlık sorunu var demektir. 

-Yönetmeliğin iptal edileceğine inanıyor musunuz?

Olabilir. Daha önce de çeşitli düzenlemelerle ve talimatlarla serbest bırakılmaya çalışıldı. Orman ürünleri ile ilgili bir düzenleme yapıldı, sivil toplum kuruluşlarından büyük tepki gelince bu düzenleme geri çekildi. GDO konusunda on senedir gel git yaşıyoruz. Tabi büyük baskılar da var!

Biyogüvenlik yasası yapılmasın demek yanlış olur, ama Türkiye’de"gerçekten" biyogüvenliği sağlayacak bir yasaya ihtiyaç var. GDO’ları tamamen yasakladığınız zaman güvenliği sağlamış olursunuz. Türkiye gibi zengin çeşitliliğe sahip bir tarım ülkesinde yasaya gerek bırakmayacak şekilde bir düzenleme ile yönetmelikle GDO’un önünü açtılar.

-Bireysel tüketici olarak yapay üretimi engellemek mümkün değil mi?

Öncelikle sorunun genelini gözden kaçırmamak gerekiyor. Sağlıklı beslenme için önerilen bir takım şeyler vardır, mesela sızma zeytinyağı tüm beslenme uzmanları tarafından tavsiye edilir. Margarin gibi yapay, mısır, ayçiçeği, soya ve kanola gibi şüpheli diğer yağlardan uzak durmamız da yine uzmanlar tarafından sık sık dile getiriliyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın yeni çıkardığı “Taş Devri Diyeti” kitabında “Doğru Beslenmenin Temel İlkeleri”ni neden ve niçinler ile ayrıntılı olarak açıklıyor.

GDO’lu gıdalardan korunmak istiyorsak işin özünde sağlıklı beslenme için yapılan uyarılara kulak vermek yeterli diyebiliriz aslında!

Mesela ambalajlı, pişirmeye hazır ürünler sağlıklı beslenme için uygun değildir. Evinizde kendi yemeğinizi pişirmeniz, tencerenin kaynaması hem sağlık, hem kültürel hem de ekonomik açıdan çok daha iyidir. Büyük alışveriş merkezleri yerine doğal, ekolojik ve yöresel ürünlerin satıldığı pazarlardan alışveriş yapmak da aynı şekilde. Hiç olmadıysa halk pazarları bile bildiğiniz büyük alışveriş merkezlerinden daha iyidir. Bu vesile ile aynı zamanda küçük üreticiyi de desteklemiş olur, büyük üreticilere de nasıl alışveriş yapmak istediğimizi göstermiş oluruz. Siz büyük bir devle mi başa çıkabilir siniz yoksa köşedeki bakkalla mı?

Ülkemizde maalesef senelerdir tepki adına bir çaba yoktu. Tüketiciler yeni yeni tepki koymaya başladılar. Bu çok önemli bir şey tüketici almak istemiyorsa siz onun mutfağından içeri bu ürünleri sokamazsınız. Çok ciddi tüketici mücadelelerinden sonra yurtdışında bunun örnekleri görüldü ve o ülkelerde birer birer GDO yasaklanmaya başladı. İnsanlar istemiyor, doğal olarak üretenler de satamıyor!

Öncelikle en temel tavsiye bu konuda tüketici bilincinin oluşması. Aynı zamanda çiftçilerde ve üreticilerde de bu tür bir bilinç oluşması ve bu tüketim bilincinin halkın geneline yayılması…
Bu bilincin arkasından tepkiyi ifade edebilmek gerekiyor! Örneğin bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerine,  yine bu konuda yapılan çeşitli kampanyalara destek vermek,  gerekirse GDO’lu ürünleri boykot etmek.

Mesela yurt dışından getirilen mısır ve soyada GDO açısından büyük risk olduğunu biliyoruz. Çünkü bu ürünler büyük oranda GDO’lu mısır ve soya üreten ABD ve Arjantin’den geliyor.
Yurt dışından mısır ve soya ithal eden, bu ürünlerle üretim yapan ya da paketleyen firmalara GDO’lu ürün istemediğimizi ifade edebiliriz. Biz tüketici olarak bu ürünleri kullanmak istemiyoruz, GDO’lu gıda yemek istemiyoruz diyebiliriz.

Bunu ifade etmenin birçok yolu var. Firmaların tüketici danışma hatlarını aramak, mektupla soru sormak, internet üzerinden e-posta yolu ile yazışarak tepkimizi ifade etmeye kadar. Bunu yapan sivil toplum örgütleri de var. Örneğin geçtiğimiz günlerde “slowfood hareketi” temsilcileri buna örnek bir girişimde bulundurlar, “Yemiyorsak sebebi var” diye GDO’lu ürünü neden yemek istemediklerini ve çocuklarına da yedirmeyeceklerini anlatan bir basın açıklaması yaptılar.

Bizim “gıda güvencesi”, “gıda güvenliği” ve “gıda egemenliği” talep etmemiz gerekiyor, tüm gıda kültürlerinin “yaşamaya” hakkı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

-Ülkemizde tüketim çılgınlığı gün geçtikçe artarak devam ediyor! Dünyanın hiçbir yerinden satılmayan cep telefonu Türkiye’de satılabiliyor ya da bir fast food zinciri Türkiye’ye gelince karşılaştığı yoğun ilgiyle bir anda memleketi sarabiliyor. Bu durumda toplum olarak gelen yenilikleri sorgulamadan tükettiğimiz görülüyor. Biz aslında sorgulamayı mı öğrenmeliyiz?

Evet, reklâmlar üzerinden bize aşılanan o tüketim kültürünü ret etmeyi artık öğrenmemiz gerekiyor. Türk halkı, pişirmeye ya da yemeye hazır gıdalar, fast food gıdalar, iki-üç dakikada pişen yemekler ile yeni tanıştığı için bunları biraz modernlik veya çağdaşlıkmış gibi algıladı. Ancak öyle olmadığı kısa zamanda anlaşıldı ve insanlar yavaş yavaş gerçekleri görmeye başladılar. Bunun modernlik veya çağdaşlıkla hiçbir ilgisi yok. Modern ve çağdaş olmak için evimizde plazmalar, ya da altımızda bilmem kaç çekerli lüks arabalar, elimizde cep telefonları olması gerekmiyor. Soframızda gösterişli ve markalı hazır ürünleri tüketmemiz de modern olduğumuzu göstermez. Tam tersine bunlar olmadığı zaman daha çağdaş, daha sorgulayan bir birey olmuş oluyoruz. Bunu da insanlar yavaş yavaş fark ediyor. Aslında o tüketim kültürünün ne kadar dışına çıkabiliyorsak o kadar da özgürleşmiş oluyoruz…

Atalarımızın tükettiği ürünleri yani geleneksel ürünlerimizi talep etsek, arz edileni değil, “talep ettiğimiz” ürünü ısrarla istesek yapay üretimin önüne geçmek ve sağlıklı yaşamak için bu bir çare olabilir mi? 
Her ülke için kendi coğrafyasındaki gıdalar doğru gıdalardır. Bizim ülkemiz içindeki gıda kültürümüz bizim için, diğer ülkelerin gıda kültürleri de onlar için önemli, bu ayrıca bir zenginlik demek. Dünyanın her halkı için bu böyle. Hatta bizim gibi kavşak noktasında olan ülkelerde çok güzel bir gıda çeşitliliği de var. Bizim yörelerimize göre değişen geniş bir gıda kültürümüz de var. Bu gıda kültürümüzü ve çeşitliliğini korumak aslında bizim sağlığımız açısından da oldukça önemli.

Prof. Dr. Kenan Demirkol, “akıllı beslenmenin matematiği” makalesinde,  Prof. Dr. Ahmet Aydın “taş devri diyeti” kitabında bunu geniş şekilde ifade etmektedir. Bu konuya duyarlı uzmanlar hep “anneanne ve dedenizin yediği şeylere dikkat edin” derler. Onlar nasıl besleniyorsa onun çok fazla dışına çıkmayın diye uyarıda bulunurlar.  Bu sadece kültürel bir şey değil. Bunu bir tutuculuk olarak da algılamamak gerekiyor. Tabi ki farklı tatlara da açık olalım, yabancı bir ülkeye gittiysek oradaki güzel gıdaları da tanıyalım ama beslenmemizin genelini bizim geleneksel beslenme ürünlerimiz üzerinden yapmak, hem gıda kültürümüz, hem sağlığımız, hem de ekonomik açıdan çok önemli.

Yani bazı ürünler bu coğrafyada yetişip başka coğrafyada yetişmiyorsa bunun doğal bir nedeni vardır. Doğal neden üzerine düşünüp fazla zorlamamak gerekiyor. Soğuk iklim ülkesinde tropikal bir meyveyi yetiştirmeye çalışmanın hiçbir anlamı yok!

www.iyilikguzellik.com özel Nihal Doğan

Hastalıklara ve GDO'lara karşı koruma kalkanı!

Teslim bayrağı mı çekiliyor?



Bu haber 5,726 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,635 µs